Cerrahından, profesörüne, öğretmeninden gazetecisine yüzbinlerce eğitimli, nitelikli insan zindanlara kapatıldı. Ardından başlatılan OHAL süreciyle ise ülkenin yönetim anlayışı ve hukuk düzeni değiştirildi. AKP iktidarı, yandaşları kayırırken muhalif gördüğü tüm kesimleri ezdi, sindirdi.
Peki darbe girişimi sonuçları için bilerek ve istenerek mi yapıldı? Neden engellenmedi? İsmail S. Gülümser’in 15 Temmuz darbesi senaryo mu? değil mi? anlattığı yazısı:
15 Temmuz’daki darbenin senaryo olup olmadığını anlattığımız önceki yazımızda (yazı için tıklayınız), iktidarın darbe teşebbüsünün olduğu ilk andan itibaren daha hiçbir delil ortaya çıkmadan bir grubu suçlu ilan ettiğini ve bu iddiaların aksine deliller ortaya çıktıkça bundan rahatsız olduğunu anlatmıştık. Muhtemelen hazırladıkları senaryoda açıklarının ortaya çıkmasından korktukları için ciddi bir telaş içinde darbeyle ilgili her araştırmayı engellemeye çalıştıklarını ifade etmiştik.
Bu çerçevede, darbeyi sorgulayan Ahmet Şık ve Ece Sevim Öztürk, gibi gazetecilerin, Eren Erdem, Enis Berberoğlu gibi eski milletvekillerin tutuklandığını, yurt dışındaki bazı gazetecilerin ya da konu hakkında araştırma yapanların yazdıkları yazıları sürekli takip ettiklerini iddialarına aykırı buldukları her bilgi kırıntısını kaldırttıklarını, bunun mümkün olmadığı yerde en kısa sürede Türkiye’den erişimi engellediklerini anlatmıştık.
Hatta kendilerinin mecliste kurdukları darbeyi araştırma komisyonunu bile bazı açıklarının ortaya çıkacağı endişesiyle olayı aydınlatabilecek önemli tanıkların komisyona gitmesini ve komisyonun sağlıklı çalışmasını engellediklerini, darbeyi saklamak amacıyla komisyon dışında hazırlattıkları raporu imzalamaları için üyeleri zorladıklarını aktarmıştık.
Ahmet Nesin’in yazısından yaptığımız alıntılarla, Gülen’in darbeye ihtiyacının olmadığını, onların darbeye kalkışmasının dünyadaki tüm faaliyetlerini zarar vereceği için bunun mantık dışı olduğuna inandığını aktarmıştık. Hâlbuki Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinde tek başına hükümet kuramayacak hale gelince, demokratik yollarla gelişmesini engelleyemediği bazı grupların önünü kesmezse iktidarın elden gideceği korkusuna kapıldığını ve o günlerde açılması muhtemel yolsuzluk suçlamalarından kurtulmak için darbeye ihtiyacı olduğunu inandığından bahsetmiştik. Bu yüzden de Nesin’in yazılarında darbenin cemaat tarafından değil, Erdoğan tarafından organize edilmesini daha akla yatkın bulduğunu, Erdoğan’ın kendi darbesini başkasına yıktığı yönünde bir kanaatinin olduğunu belirtmiştik.
Ece Sevim Öztürk, Adem Yavuz Aslan gibi gazetecililerden alıntılar yaparak, darbe günü yaşanan olaylardaki bazı anormalliklere vurgu yapmış ve Cumhurbaşkanını almak üzere giden Marmaris timinin başarısız olmak üzere kurgulanmış bir senaryo olduğunu örnekleriyle göstermiştik.
Bu yazımızda da darbe günü yaşanan bazı olaylar üzerinde duracak hemen hemen her olayda senaryo kokusu aldığımızı aktarmaya çalışacağız.
OLAY NASIL CEMAAT DARBESİ İLAN EDİLDİ
Âdem Yavuz Aslan’ın mahkemelerde görülmekte olan dava dosyalarını inceleyerek hazırladığı yazısında anlattığına göre:
İktidar partisi ısrarla darbe girişimini cemaatin planladığını kabul ettirmeye çalışıyor, bu tezini de iki siville iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda askerin bir villada darbe planı yaptıklarını ihbar eden “Şapka” ve “Kuzgun” isimli iki gizli tanığa dayandırıyor.
Bu toplantıda darbenin cemaatle bağlantısını kurmada kullandıkları tek delilleri ise toplantıya katıldığı iddia edilen Adil Öksüz ve Kemal Batmaz, bu iki sivili çıkardığınızda olayın cemaatle tüm bağlantısı kopuyor.
İktidarın darbeyi cemaate yıkmada kullandığı toplantı şaibeli, toplantının içeriği şaibeli, toplantıya katıldıkları söylenen iki isim hakkında ortaya çıkanlar da şaibe ihtimalini giderek artırıyor.
Bu toplantıya katıldığını iddia eden gizli tanıklardan biri toplantıya katılanları teşhis edemiyor, iddialar doğru ya da kurgu olup olmadığını bilmediğimiz tek bir tanığa dayanıyor. Darbe Atatürkçü subayların yer aldığı şaibeli bir toplantıda planlandıysa konu nasıl cemaat darbesi oldu? Bunun da izahı yok.
Gizli tanıklar bu toplantıda Erdoğan’ı 15 Temmuz günü Huber Köşkünden helikopterle alınıp denize açılmış bir gemiye götürülmesi kararı alındığını söylüyorlar. Hâlbuki o gün Erdoğan orada değil Marmaris’te bir otelde. Yani darbe toplantısında alındığı söylenen karar gerçeklerle örtüşmüyor.
Erdoğan’ın programının son anda değiştiği tatil planın sonradan ortaya çıktığı iddia edilerek, darbecilerin eski programa göre alma planı yaptıklarına inanmamızı bekliyorlar.
Bu konuda da birçok çelişki var. Darbe toplantısının yapıldığını iddia ettikleri gün Erdoğan’ın Huber köşkünde olacağı belli değil, garip bir şekilde Erdoğan 9 Temmuz’dan itibaren ortalıktan kayboluyor, nerede olduğunu kimse bilmiyor. Yeri belli olmayan kayıp biri için bir planın varlığını kabul etmemiz isteniyor.
Erdoğan’ın Tatil programının sonradan yapıldığı 11 Temmuz günü yarım saat içinde tesadüfen kararlaştırıldığı söyleniyor bu iddia da gerçeği yansıtmıyor. 5 Temmuz günü Genel Kurmay başkanı ve kuvvet komutanları Marmaris’teki askeri birlikleri ziyaret ediyor, Erdoğan en son 9 Temmuz günü Antalya’da görüntü veriyor, 10 Temmuz günü Gökova devlet konuk evi önündeki tekneler uzaklaştırılmasından Erdoğan için hazırlık yapıldığı anlaşılıyor ve yine kimseye bilgi verilmeden 11 Temmuz günü Marmaris’teki otele yerleşiyor.
Erdoğan’ın Marmaris’e gidişi de iz kaybettirmek üzere ciddi bir plan yapıldığına işaret ediyor. Normal şartlarda Marmaris’e 40 km. uzaktaki Dalaman havaalanına uçması ve Cumhurbaşkanlığı helikopteri ile Marmaris’e geçmesi gerekirken, o 150 km. uzaklıktaki Çıldır Havalimanına uçuyor, kalacağı yere otelin helikopteri ile geçiyor. Bütün bunlar olayın baştan sona kadar kurgulandığını gösteriyor.
Kısacası Erdoğan’ın programı belli olmadan Huber Köşkünden alınacağı yönündeki karar nereden tutsanız elinizde kalıyor.
Güya Erdoğan aniden programını değiştirince darbeciler de kaçırma planlarını Marmaris’e göre değiştirmek zorunda kalmışlar. Bu arada kimse şu soruyu sormuyor, cemaat tüm bu değişiklikler karşısında ne zaman, kimlerle ne yaptı? Bu sürede darbeyi üzerlerine yıktıkları cemaatin rolü ne?
Darbeyi organize ettiği iddia edilen Adil Öksüz’ün 11 Temmuz’da ABD ye uçtuğu planı onaylattıktan sonra 13 Temmuz günü döndüğü söyleniyor. Yani Erdoğan’ın 5 gün boyunca kayıp olduğu kimsenin nerede olduğunu bilmediği Cuma namazı için bile ortalıkta görünmediği bir dönemde yeri belli olmayan biri için yapıldığı iddia edilen kaçırma planının onaylandığına inanmamız isteniyor.
Sadece Akıncı üssünde o gün yakalandığı iddia edilen, şüpheli olsun olmasın herkesin tutulduğu bir dönemde hukuktan kaçırılıp, soruşturması bir şekilde engellenen her yönüyle şaibe kokan bir olayla bütün darbe sorumluluğunu cemaate yıkmaya çalışıyorlar.
Cemaat adına bu işi koordine ettiği iddia edilen Adil Öksüz izahı mümkün olmayacak bir şekilde 16 Temmuz günü Akıncı üssünde yakalandığı, 15 Temmuz günü gece boyunca askerlerle birlikte darbeyi buradan yönettiği iddia ediliyor. Kemalettin Özdemir 2012-2013 yılında aynı üniversitede çalıştığı için yakından tanıdığı Öksüz’ün ismini Hava Kuvvetleri imamı olarak MİT e bildirdiğini söylemesinden anlaşılıyor ki Öksüz hakkında açılmış dosya var. Ancak her nasılsa darbeyi yönettiğini iddia ettikleri şahıs hakkında savcılığın eline hiçbir delil verilmiyor, adeta savcılıktan şahsın durumu saklanarak kaçması için zemin hazırlanıyor.
Buna rağmen savcı işin peşini bırakmıyor, ifadesini aldıktan sonra şüpheli sıfatıyla 18 Temmuz günü tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk ediyor. Hiç suçu olmayanlar günlerce nezarette tutulur ve sonra tutuklanırken, Öksüz iki gün sonra mahkemede aleyhinde hiçbir bilgi olmadığı adresi belli olduğu ve kaçma ihtimali olmadığı gerekçesiyle salıveriliyor. Savcı bu kez tutuklanma talebiyle üst mahkemeye başvuruyor, üst mahkeme de salıverme işlemini onaylıyor, hava alanlarından kuş uçmadığı günlerde uçuş yasağı olan biri serbest bırakıldıktan sonra elini kolunu sallaya sallaya yurt dışına çıktığı belirtiliyor.
Darbede Adil Öksüz’ün rolü ne belli değil, neden serbest bırakıldığı belli değil, iki kez tutuklanma istemiyle mahkemeleri zorlayan savcı neden tutuklu belli değil, serbest bırakılmasını isteyen hâkimler neden serbest belli değil. Adil Öksüz’ün ve birlikte olduğu iddia edilen Kemal Batmaz’ın o gün Akıncı üssünde olduğunu gösteren hiçbir kamera kaydı yok yani onların Akıncı üssünde yakalandığı belgelenemiyor. Fikri Işık yalanlasa da onun da o günlerde Öksüz’le görüştüğü ve 14’ün de Marmaris’te Cumhurbaşkanıyla görüşmeye gittiği iddiası ortaya atılıyor. İktidar partisi Öksüz nasıl kaçırıldı sorularına karşı garip bir tutum izliyor hiç cevap vermemeyi konunun üstünü örtmeyi tercih ediyor. Baştan sona mantıksızlıklarla dolu bu hikâyeden hareketle, konuşması halinde bazı açıklarının ortaya çıkmasından korktukları için özellikle kaçırıldığı anlaşılan birine ihale edilmiş darbeyi cemaatin yaptığına inanmamızı bekliyorlar.
Hâlbuki olayda cemaatin rolünün olmadığını gösteren çok sayıda örnek göstermek mümkün.
Bu nasıl bir cemaat darbesi ki, cemaatten olduğu için atılan on bini aşkın eli silah tutan asker ve polise hiç haber verilmemiş, hiçbiri darbe girişiminde yer almamış, tutuklamaların işten atmaların neredeyse tamamına yakını darbeye karışmaktan değil cemaat mensubu olmaktan dolayı yapılmış.
Bu nasıl bir darbe girişimi ki, devlet kademelerinde görev yapan cemaatçi oldukları için işten atılan yüz bini aşkın devlet memurunun hiçbirisi darbeye karışmamış, haklarında darbeden değil örgüt bağlantısı gerekçesiyle işlem yapılmış.
Toplumda geniş kesimlerine ulaşma kapasitesi olan cemaat kimseyi bu işlere bulaştırmamış, yüz binler bulan cemaat mensubu olaylardan habersiz seyrederken onlar 5-6 askerle darbeye kalkışmış.
Darbeye karışmakla suçlanan az sayıda cemaat mensubu asker ise olaydan haberlerinin olmadığını komutanların verdiği emir üzerine orada bulunduklarını anlatmışlar. Hatta bazıları darbeye karıştı görüntüsü oluşturmak için komutanların kendilerine tuzak kurduğunu mahkemelerde açıkça ifade etmişler. Deniz kuvvetlerinde yaşananlar bunu gösteren en net örneklerden biri.
DENİZ KUVVETLERİNDE KOMUTANLAR KENDİ ASKERLERİNE TUZAK KURUYOR
Ece Sevim Öztürk mahkeme tutanaklarını tek tek inceleyerek 15 Temmuz günü olan olayları en ince ayrıntısına kadar maddeler halinde isim vererek yazmış. Yaşananları “Deniz kuvvetlerinin en karanlık günü” olarak ifade ediyor, biz sadece önemli gördüğümüz bazı tespitlerini burada aktaracağız.
15 Temmuz günü Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu ve donanma komutanı Veysel Kösele Heybeliada’daki deniz lisesinde öğle saatlerinde 1,5 saat süren program dışı bir toplantı yapıyor. Savcılara verdikleri ifadelerde toplantı hakkında en küçük bir açıklama yapmıyor, içeriğini sır gibi saklıyorlar.
Bostanoğlu, darbecilerden kurtulmak için 19:30 da korumasını bırakıp ayrıldığını, darbecilere karşı plan yapmaya başladığını açıkladığı halde, ifadesinde gerçekleri saklayarak darbeyi 22.23 de öğrendiğini ve düğünü terk edip İstanbul sokaklarında dolaşmaya başladığını anlatıyor. Eğer biliyorsa neden gerekli tedbirleri alma yerine düğüne katılmayı seçiyor, bu soruyu hiçbir savcı sormuyor.
Veysel Kösele’de emrindeki 29 savaş gemisinin (donanmanın %70 i) terör saldırısı ihbarı gibi bir nedenle Egeden ve Akdenizden seyre çıktığını öğreniyor ama hiç müdahale etmiyor, o da başka bir düğüne katılıyor. Darbeye destek anlamına gelecek bu eylemi durdurmuyor, binlerce kişiye tuzak kurup şüpheli duruma düşürerek kendi personelini sanık sandalyesine oturtuyor. Kösele’de darbeyi öğrendikten sonra orduevi içersindeki ağaçlık alanda saklandığını ifade ediyor.
Heybeliada’da yaptıkları gizemli toplantıdan sonra her iki komutan da benzer tavır sergileyerek, dolaylı talimatlarla emirlerindeki askerlerin denize açılmalarını sağlayıp tuzağa düşürürken, planlı bir şekilde eş zamanlı olarak telefonlarını kapatarak ormanlık alanda saklandıkları anlaşılıyor.
İkisi de; denize açılanlara silsile takip ederek dönün emri vermeleri gerekirken, önceden seçtikleri bazı komutanlara telefonla dönün emri verip direktifleriyle onları kurtarırken, bazılarının telefonlarına bile cevap vermeyerek onları yüz üstü bırakıyor. Hatta emir verdiklerine bu bilgileri diğerlerinden saklamalarını söyleyerek, yani suçlu duruma düşürmek istediklerine emirlerin ulaşılmasını engelleyerek tuzak kurup onları sanık sandalyesine itiyor.
Veysel Kösele dolaylı yoldan gemilere dönün emri verdiriyor, bir yandan da gemiler için limana yaklaşırlarsa kendilerine ateş açılacağı anonsu yapılıyor ve terör tehdidi var emriyle denize açılması istenenler farklı birimlerden verilen farklı emirlerle serseri mayın gibi oradan oraya sürükleniyor. Bu arada Veysel Kösele bir botla savaş gemilerinden birine geliyor, kimin darbeci olduğunun bilinmediği bir ortamda botla gelen Kösele’den askerler endişe ediyor, Komutan Ayhan Bay’ın isteği ile onu kamaraya kilitliyorlar. Yani Kösele gemilere açılma emrini yaymada kullandıkları Ayhan Bay aracılığı ile kendini kilitleterek darbecilerin yanında yer aldığı izlenimi veriyor.
Saklanarak kaosa yol açan gemilerin geç saatlere kadar amaçsız dolaşmasına sebep olan bu iki komutan askerlerini suçlu duruma düşürüyor. Bundan sonra kimin tasfiye edileceğine önceden hazırlanmış listelere göre karar veriliyor, denize açılmış bazı gemi komutanları kahraman ilan edilirken bazıları suçlanıyor. Hatta aynı gemide oldukları halde bazıları sanık sandalyesine oturtulup müebbet hapisle yargılanırken, bazıları ise ayıklanarak temize çıkarılıyor.
Aslında deniz kuvvetlerinde yaşananın Heybeliada da yapılmış toplantıda kararlaştırdıkları planın uygulandığını gösteriyor. Deniz kuvvetlerinde komutanların kurguladıkları senaryo ile kendi personelini tuzağa düşürdükten sonra aralarında Tümamiral Cihat Yaycı’nın da bulunduğu bir ekiple hazırladıkları fişleme listelerindeki birçok subaya darbe suçu atıp tutuklattıkları ortaya çıkıyor.
Askerlerin emir komuta içinde kalkışma yaptığını söyleyen savcılar komutanların kanun dışı emrini, bazı askerlerin telefonlarına çıkmayarak onlara tuzak kurmalarını ve aynı faaliyeti yapanlar arasından bazılarını ayıklamalarını görmezden geliyorlar. Davanın detayları incelendiğinde daha yüzlerce çelişki var ve tüm bunlar mahkemelerde büyük bir titizlikle örtbas ediliyor, gündeme getirilmesine müsaade edilmiyor.
Komutanların iradi olarak oluşturduğu kaos süresince her şeye rağmen elindeki kısıtlı bilgilerle insiyatif alıp gemileri kimsenin burnu kanamadan limanlara geri getiren Özgür Öztürk gibi vatansever askerlerin çoğu şu anda yaşananlardan sorumlu tutulup hapisle yargılanıyor. 9 gemiye komuta eden ve verdiği çelişkili emirlerle kaosun artmasına yol açan Ayhan Tekin gibilerle, kaosu hazırlayan Bostanoğlu ve Kösele ise başarının mimarı kabul edilip kahramanlar ilan ediliyor.
Yani deniz kuvvetlerinde darbeye karıştıkları iddia edilen askerlerin darbeci olmadıkları terör tehdidi bahanesiyle kandırılıp denize açılmaları istenerek komutanları tarafından tuzağa düşürüldüğü anlaşılıyor.
HAVA KUVVETLERİNDE KOMUTANLAR TEŞVİK EDİP ORTADA BIRAKIYOR
Adem Yavuz Aslan’ın mahkeme kayıtlarından edindiği bilgilerle yaptığı değerlendirmelerden Hava Kuvvetlerinde de, komutanların ikircikli tutumla belirsizlik oluşturdukları ve kendi askerlerine bizde sizinleyiz mesajı verdikten sonra ortada bıraktıkları anlaşılıyor.
Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın; darbeden 2 gün sonra müşteki sıfatıyla verdiği ifadede darbeyi 21.30’da eşinden öğrendiğini söylüyor, 13 gün sonra verdiği ek ifade darbeden 19.06’da uçuş yasağı bildiriminden sonra haberi olduğunu anlatıyor.
Ünal havadan beklenen bir tehdide karşı alınan uçuş yasağını seyretmekle yetinmeyip emrindeki kuvvetlerin bu yasağa uymasını sağlamak için gerekirse güç kullanmak dâhil her türlü tedbiri alması gerekirken kasıtlı olarak görevini yapmadığı olayların büyümesini istediği anlaşılıyor.
Düşünün Genelkurmay başkanı ülkenin hava sahasının uçuşlara kapatılmasını istiyor, o ise karargâha geçip olaylara müdahale etmesi gerekirken görevini yapmıyor, hiçbir şey olmamış gibi 22 generalini de alıp Mehmet Şanver’in düğününe gidiyor.
O gün yaşananlar hakkında Hava Kuvvetlerinin 2 numarası Şanver’e bilgi vermiyor, istişare etme gereği bile duymuyor. Hava sahasının niçin kapatıldığı konusunda Hulusi Akar ile görüşme yapması gerekirken buna da ihtiyaç duymuyor. Başbakana bilgi vermesi gerekirken iki kez çaldırıp bırakarak olayların büyümesine zemin hazırlıyor.
Mehmet Şanver Eskişehir’de garip şeyler olduğunu öğreniyor ve Korgeneral Cemal Kadıoğlu’ndan Eskişehir’e gitmesini istiyor. Ancak Abidin Ünal gerek yok diyerek onun gitmesini de engelliyor.
Düğün basılıyor, Abidin Ünal’la birlikte 23 general esir alınıp Akıncı üssüne götürüldüğü söyleniyor, ama hiçbir komutanda panik hali yok adeta haberleşmiş gibi kendilerinin alınmasını bekliyorlar.
Abidin Ünal ifadesinde darbeciler tarafından esir alındıklarını iddia ediyor, hâlbuki kamera kayıtlarında esir alınmış gibi bir halleri yok, onları esir aldığı iddia edilen askerlerin esas duruşta komutanlara selam durduğu görülüyor. Darbenin bir numarası olarak gösterilen Akın Öztürk’ün koluna giriyor onunla şakalaşıyor.
Bu nasıl esir alınma ki darbenin merkez üssü dedikleri Ankara’ya bomba yağdırdığı iddia edilen pilotlara gülümsüyor “iyi akşamlar kolay gelsin” diyor, yaptıkları işi destekler gibi adeta onlara moral veriyor.
NATO’da çalışan bazı subayların hazırladıkları rapora göre; Ünal F-16 filo binasına geldiğinde kasıtlı olarak pilotları sıcak ve neşeli bir şekilde selamlayarak onların arkasında olduğu izlenimi veriyor. Olayları bir emirle durdurabileceği halde olanlara göz yumarak onları ateşin ortasına atıyor.
Ellerinde kelepçe yok, telefonunu almıyor, istediği yerle görüşmesine izin veriyorlar. Emrindeki subay ve pilotları destekleyip öne sürdükten sonra onları yarı yolda bırakıp aleyhlerinde müşteki sıfatıyla ifade veriyor.
Darbenin koordinasyon merkezi dedikleri Akıncı üssünde Ünal’ın darbeyi önlemede etkin rol oynadığı söylenen Eskişehir’deki pilotlarla görüşmesini kimse engellemiyor, rahatça koordinasyon yapmasına izin veriyorlar. Hem istediği gibi görüşmeler yaparak olaylara yön veriyor, hem de amirlerinden aldıkları talimatları yerine getiren askerlerden şikâyetçi olup onları mahkemelerin önüne yem olarak atıyor.
Abidin Ünal adeta darbe senaryosunun her aşamasında darbecilerin yanında yer aldığı görüntüsü veriyor. 15 Temmuz günü hiç programda yokken Yalova Hava Meydan Komutanlığındaki eğitim kampını ziyaret edip, öğrencilere “çocukları yormayın akşam çok yorulacaklar” diyor.
Emrindeki olacaklardan habersiz gencecik askerleri darbe girişiminde köprüye götürülüp kışkırtılmış kalabalıkların önüne atılmasına onay veriyor. Hava kuvvetlerinde öğrenciler onun bilgisi dâhilinde otobüslerle köprüye götürülerek darbe senaryosunun köprü işgali bölümünde kurban olarak kullanılıyor. Onların linç edilmesine kurtulanların müebbet hapis cezası almasına sebep olan komutan ve onun emrini uygulayanlar yaşanan insanlık dışı dramda hiç rolleri yokmuş gibi davranıyor.
Ünal Ankara’da bulunan Akın Öztürk’ü arayarak Akıncı üssüne gitmesini, üsstekileri uçuş yasağına uyma konusunda uyarmasını rica ediyor. Muhtemelen Öztürk’ün Akıncı üssüne resmi elbiseyle gitmesi, sonradan üsse getirilen Hulusi Akar’ın bulunduğu odada bulunması ve damadının Cumhurbaşkanlığı külliyesini bombalayan filonun komutanı olduğunun iddia edilmesi vb yüzünden olaya dâhil edilip darbenin 1 numarası ilan ediliyor. Hem Ünal hem Akar yaşananlara sessiz kalıyor. Verdikleri her iki ifadede de olayların ortasına çektikleri arkadaşlarını savunma gereği bile duymuyor, hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranarak adeta tuzak kuruyorlar.
Yani Ünal hem kritik bilgileri komutanlardan saklıyor hem de erken müdahale edilmesini engelleyerek olayların büyümesini bekliyor. Bununla da kalmıyor, darbeye karıştığı söylenen askerleri adeta teşvik ederek onları olayların içine çekiyor.
Ahmet Dönmez’in yazdığına göre, bırakın komutanların oyununa gelip darbeye bulaştırılmış olanları, darbeyle hiç alakası olmayan önlemede aktif görev almış olan, Erdoğan’ı otelden havalimanına götüren helikopter teknisyeni Tayyip Sina Doğan, Dalaman’dan İstanbul’a getiren uçağın pilotu Barış Yurtsever, darbede aktif kullanılan Akıncı üssünü bombalayarak darbeyi önlemeye çalışan 5 pilot gibi birçok subay cemaat mensubu olduğu için tutuklanıyor. Ama komutanlar kendi emirleri altındaki subayları savunacakları yerde sessiz kalıp olanları seyrediyor.
Hava kuvvetleri İstihbarat başkanı eski Tuğgenerel Aydemir Taşçı mahkemede Kuvvet Komutanlarının göreve çağrılması ve kışlalarınıza dönün demeleri halinde olaylar kesinlikle engellenirdi diyor. Hiçbir kuvvet komutanı çağrılmıyor, olayları öğrendiklerinde görev yerine gitmiyor, sonra da derdest edip tutuklandıkları iddia edilerek işin içinden sıyrılıyorlar.
Hâlbuki o gece Deniz Kuvvetleri Komutanın kendisinin darbecilerden kaçmak için saklandığını söylemesi dışında Deniz Kuvvetleri komutanıyla ilgili hiçbir eylem planın olmadığı ortaya çıkıyor.
Hava Kuvvetleri Komutanı götürmek üzere yapılan bir plan yok, eğer düğüne katılmasaydı onu da kimsenin aramadığı ortada, kaldı ki Akıncı’ya götürülürken tutuklanmış bir komutandan bahsetmek mümkün değil.
Kara Kuvvetleri Komutanın koruma müdürü 13 yaşından beri cemaatin içinde olduğunu söylüyor, bırakın komutanını etkisiz hale getirmeyi onu korumak için yaralanıyor.
Yani kuvvet komutanlarının tutuklandıklarını söyleyerek, kendilerini kurtarmaya çalışması, gerçekleri yansıtmıyor.
Devam edecek…