“Sistemin temel direği yalan yaşamaksa,
asıl tehdidin gerçeği yaşamak olması şaşırtıcı değildir.
Bu yüzden her şeyden daha şiddetli bir şekilde bastırılması gerekir.”
Vaclav Havel’in iki cümlesi benzer hadiselerin yaşandığı pek çok ülkedeki gibi Türkiye’de olan bitenin de özeti adeta. Çünkü iktidarla paydaşları eleştiriye, genel ve soyut suçlamalara bir noktaya kadar tahammül gösterirken bazı konulara ilişkin soru sorulmasından bile rahatsız oluyor. Özellikle 15 Temmuz!
2016’nın yaz sıcağında buz kesiyordu memleket… Akşam saatlerinde başlayan askeri hareketlilik ya da bir askeri hareketlilik izlenimi uyandırmak için büyük kısmı hiçbir şeyden haberi olmaksızın sahaya sürülen askeri personel… Hemen o gece başlayan akla, vicdana ve hiçbir hukuk kitabına sığmayan uygulamaları milletin iradesine darbe yapılmak istendiği iddiasıyla savunuyordu hükûmet.
İşte buradan tutunmalı gerçeğe bir kez daha; madem ülkede birileri demokrasi ve hukuka kastetmişti, o halde varlığını ve geleceğini bu değerlere borçlu olan iktidarın zihinlerde şüphe bırakmayacak şekilde her ayrıntıyı ortaya çıkarması gerekmez miydi? Oysa bizzat devlet başkanı o gün gelişmeleri nasıl öğrendiğine dair çelişkili açıklamalar yapmadı mı?
Hükûmet gerçekle yüzleşmekten sakınanların ruh haline bürünmüştü. Sadece kendi anlattığı hikayeye itibar edilsin istiyordu. Değil aksini savunmak meselenin detayını öğrenmek için ısrarla soru soranlar bile hain, terörist yaftası yiyordu. Halbuki en vefalı olunması gereken gerçekti…
Milli iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Genelkurmay ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlarının ifade vermeye dahi tenezzül etmediği bir komisyon kurulduğunu hatırlarsınız. Hazırlanan sonuç raporunun kaybolduğunu da unutmayın ki, bir senarist getirse saçma bulunacak bu durumu konunun büyük bir ciddiyetle araştırıldığını söyleyenlere anlatırsınız…
Dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak’ın sözlerine ne demeliydi? Daha sonra ‘Silahlı Terör Örgütü’ ilan edilen Hizmet Hareketi’ne yönelik hazırlanan ‘Çatı İddinamesi’nde silaha ilişkin bir delil bulunmadığını belirten Başsavcı, “Bu argümanları doyurucu çok belge ve bilgi bulamadık ama 15 Temmuz gecesi bizim kamuoyuna çok inandıramadığımız silahlı terör örgütü unsurunu kendi kendilerine deşifre ettiler.” diyerek gerçekte ne yaşandığına dair önemli bir ipucu veriyordu.
15 Temmuz akşamı İstanbul’da düğünde olan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal belki çevresine bir gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da tatil yaptığı Marmaris’te bulunmasını hoş bir tesadüf diye açıklıyordur. Moda’daki düğünde kızını evlendiren Korgeneral Mehmet Şanver’se 2023 Haziran’ında hayatını kaybetse de geride çok önemli bir bilgi bıraktı: O akşam kızının düğünü de basılan Şanver hareketliliği öğrendikten sonra zaten salonda olan Abidin Ünal’ın emriyle Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ü aradığını belirtti. 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Öztürk’ün 15 Temmuz’un bir numarası olamayacağını söyleyen Şanver, aradıklarında lojmanda olan Eski Kuvvet Komutanının Abidin Ünal’ın talebiyle Akıncı Üssü’ne gittiğini vurguluyordu.
251 Şehit denilerek gerektiğinde duygusal bir tufan estirilse de iktidar ve destekçileri tarafından, aslında hayatını kaybedenlerin bir kısmının bambaşka sebeplerle öldüğünden tutun da o akşam akla mantığa aykırı bir şekilde tek taraflı olarak Köprü’nün kapatılmasına, Genelkurmay Başkanının bir emriyle kalkışmanın başlamadan bitirilebilecek olmasından o akşam tetik çekmedikleri ispatlanan gencecik askeri öğrenci ve erlerin müebbet hapse mahkum edilmelerine kadar sayfalar dolusu yazılabilecek, saatlerce konuşulabilecek ayrıntı var.
Son olarak da eski Tuğgeneral Gökhan Sönmezateş’in mahkemede söyledikleri… Müyesser Yıldız takip ettiği duruşmadan çok önemli cümleler paylaştı kamuoyuyla. Defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilen Sönmezateş ihtilal olarak tanımladığı kalkışmada yer aldığını kabul ederken ivedilikle aslının açığa çıkarılması gereken bir ifade kullandı.
Mahkemede Ergenekon ve Balyoz yapılanmalarının gerçekliğine işaret edip ‘Askeri Casusluk Davası’nın da iddianın aksine kumpas olmadığını belirten Sönmezateş, ısrarla kamuoyunun ilgisinden kaçırılmak istenen isme güçlü bir ışık tuttu. Örneğine pek de kolay rastlanmayacak şekilde bir darbe girişimine maruz kaldıktan sonra Genelkurmay Başkanlığı görevinden alınmadığı gibi Milli Savunma Bakanlığına getirilerek adeta ödüllendirilen Hulusi Akar hakkında konuşmama emri verilmişti…
Tek başına bu cümle bile ister istemez akla 15 Temmuz’un açıklığa kavuşturulmasından çok üstünün örtülmesi için görüntüde bir soruşturma yürütüldüğünü getirmez mi?
Etkileri itibarıyla yol açtığı mağduriyetin boyutları tam anlamıyla ölçülemeyecek olan 15 Temmuz’u adeta sorgulanamaz bir mit haline dönüştürmeye çalışan Erdoğan yönetimi kendilerinden önce aynı yolu tutanlar gibi gerçeklerin özgürce araştırılmasına izin vermiyor. Bu konudaki ezberlenmiş kalıplarsa gerçeğin peşinde olanların sadece şüphelerini artırıyor.
Belki bunu bildikleri için 15 Temmuz’dan yedi yıl sonra dahi gerçeği açığa çıkarmanın değil kurgularına olan inancı tazelemenin derdindeler, bir dönem Erdoğan’ın metin yazarlığını yapan Aydın Ünal gibi: 15 Temmuz’un yedinci yıldönümünde, öfkemizi, kinimizi, mücadele azmimizi yeniden diriltmemiz gerekiyor…
Hukuksuz yere kadın, yaşlı, çocuk, hasta demeden insanların içeri tıkıldığı bir atmosferde bu vicdana sığmaz tutum, başlarken adını andığımız Vaclav Havel’in bir başka cümlesini hatırlatıyor:
Gerçek ve sevgi, yalan ve nefrete her zaman üstün gelecek!…
15 Temmuz’la beraber girilen karanlık koridorun sadece suçlanan geniş kitleye değil, tüm memlekete verdiği ve vereceği zarar git gide daha da belirginleşmekte. Oysa biraz düşünmek ve düşünmenin gereğini yerine getirmek yetecek.
Düşünmek aydınlatıcı bir eylemdir, gerçek neden karanlıkta kalsın ki?! Acı verse de gerçekle yüzleşmeden iyileşme başlamaz…