20 Temmuz 2016’de Türkiye’de, Atatürk’ün “fazilet rejimi” olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, Erdoğan ve mültesiklerince yıkılıp yerine bir anayasasızlık hali ve kalıcılaşmış, hukuken hükümsüz bir KHK rejimi getirildi.
Bu rejimde Cumhuriyet’in tüm kurum ve değerleri yıkıldı, imtiyazlı bir soykırım zümresi üretildi, kamu teşkilatı iradelerini devleti devlet yapan kanunlardan yana kullanmaktan vaz geçip bu soykırım zümresinin iradesine teslim ederek iktidarsızlaştı ve mutlak bir de facto diktatörlük doğdu.
Yasama, yürütme ve yargı erkleri bu Neopatrimonial Sultanizm rejiminde tek elde toplanıp kamu teşkilatı iktidarsızlaştırıldı. Bunun ürünü olarak tüm ülke de demokrasi rejiminden bir şahıs rejiminin sultasına teslim oldu. Demokrasinin sigortası muhalefet sindi veya sindirildi. Ülke muhalifsizleşti. Bu atmosferde homojenizasyon (tek tipleştirme) maksatlı soykırım uygulamaları da etkisini göstermeye başladı.
20 Temmuz 2016 dikta rejiminde işkence, tecavüz, linç, cinayet, adam kaçırma, hürriyetleri kitlesel keyfi tahdit, toplumu tedhiş ve sindirme, her türlü sorgulayan düşünceyi bastırma, hainleştirme, düşmanlaştırma, teröristlik dayatma, mülkü gasp, hedef gösterilen vatandaşın malını yağmalama ve talan etme gibi sistematik eylemler rutinleşti.
Bu kitlesel, sistematik ve rutinleşen insanlığa karşı suçlar karşısında vatandaş yargı organlarına ve idareye hakkının korunması, suçluların tecziyesi için başvurduğunda adli ve idari sorumlu kamu görevlileri vatandaşın hakkına sahip çıkmak yerine suçluların yanında yer alarak suçları devletleştirdi. Hatta arada birkaç cumhuriyet savcısı kamu hukukunu gözetme adına soruşturma açmaya teşebbüs edince idarenin direktifi üzerine artık soruşturma bile açılamaz oldu. Üstelik hakkını aramakta ısrar eden dünyada terörden arananlar listesine kondu.
İşte hukukun öldürüldüğü, hakkını aramada istikrarlı duruşun terör suçuymuş gibi gösterildiği bu atmosferde, 15 Temmuz Olayı bahane gibi gösterilerek, ondan çok önceden itibaren, hem de sadece soykırım kurbanlarını değil tüm Türkiye’yi içerecek biçimde hazırlanmış fişleme listeleri o günün ilk dakikalarından itibaren Soykırım İnfaz Listeleri olarak kullanıldı.
Soykırım İnfaz Listeleri üzerinden başlayan bir soykırım sistematiği ile en az 1,5 milyon vatandaş doğrudan, 5 milyon soy bağlısı vatandaş da dolaylı olarak, seçmeci ve keyfi biçimde ebedi, doğmamış çocuklarını kapsayacak kadar vahşet ve hunharlıkla, sosyal ölülere dönüştürüldü.
Bu sistematik hukuksuzlukları mümkün kılmak için, NAZİ rejiminde hukuk insanlarının hedef alındığı gibi, daha ilk adımda ve de askerden önce HSYK Soykırım İnfaz Listesiyle ölmüş, emekliler dahil hukuk insanları görevden uzaklaştırılarak infaz edildi.
20 Temmuz 2016 rejiminde uygulanan sosyal ölüleştirme sistematiğinde insanları fiilen, ekonomik olarak, medeni/siyasi olarak, psikolojik/manevi olarak ve hatta yaşayan soy bağlılarıyla yetinmeyip doğmamış nesillerini de içine alarak öldürebilmek için en az 115 yöntem ve araç kullanıldı.
Kullanılan yöntem ve araçlarla fiili cinayetler işlendi, tedaviler engellenerek insanların ölmeleri sağlandı, aileler parçalandı, toplum ayrıştırıldı, Türk ve dünya kamuoyu manipüle edildi, intiharlar sağlandı, ülke bir açık hava esir kampına dönüştürüldü. Devlet aklı tasfiye edildi, Türkiye tüm göstergelerde dibe vurdu.
Soykırım uygulamalarının etkisi sadece Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde kalmadı. Dünyanın her yanındaki vatandaşların hayat ve hürriyetleri tehdit altındaydı. Seçmeci biçimde çok sayıda vatandaşın ve soy bağlılarının hem Türkiye’de hem de dünyanın başka bir yerinde medeni ve insanca yaşama hakları, vatandaşlık hakları gasp edildi.
İşte bu kitapta Erdoğan rejiminde, 21. yüzyıl tipi neo-modern, kendine has bir soykırım türünün safha safha uygulanışında literatürdeki hangi soykırım türlerinin uygulandığını, kullanılan yöntemleri ve araçları, bu yöntem ve araçların hangi NAZİ uygulamalarından kopyalandığını ve daha fazlasını, Bir Soykırım İddianamesi bulacaksınız.